Irem
New member
Erzurum Pasinler’de Deprem Oldu mu?
Selam dostlar,
Bugün ellerim titreyerek bir hikâye yazmak istiyorum size. Sıradan bir günün sabahında, bir anda altımızdaki toprak sarsıldığında nelerin değiştiğini anlatan bir hikâye bu. Belki de hepimizin içinde bir yerlerde saklı duran o kırılganlıkla, yeniden ayağa kalkma gücüyle ilgili… Belki siz de okurken kendinizden bir parça bulacaksınız.
Sabahın Sessizliğini Bölen Ses
Pasinler’in soğuk sabahlarından biriydi. Hava puslu, dağların üzeri ince bir sisle örtülüydü. Evlerin bacalarından tüten duman, gri gökyüzünde eriyip kayboluyordu. Elif, küçük kızını okula hazırlarken eşi Murat ahşap kapının önünde çayını içiyor, gökyüzüne bakarak havanın kar kokup kokmadığını anlamaya çalışıyordu.
O an... Her şey bir anda oldu.
Bir uğultu, sanki yerin derinliklerinden gelen bir inilti... Evin duvarları hafifçe titredi. Elif kızını kollarına aldı, Murat’ın yüzüne baktı. O bakışta hem korku hem güven vardı.
Murat hemen kapıya koştu. “Dışarı çıkın!” diye bağırdı. O an erkeklerin o meşhur çözüm odaklı refleksiyle hareket ediyordu. Panik yoktu yüzünde, ama gözlerinin içindeki kararlılık, yüreğindeki fırtınayı gizleyemiyordu.
Elif ise sarsıntının ortasında bile etrafındaki komşuların çocuklarını düşündü. “Zehra teyze yalnız, ona bakmamız lazım,” dedi, sesi titreyerek. Oysa Murat, “Önce siz, sonra herkes,” diyordu. İki farklı yaklaşım, aynı sevdanın içinde: biri stratejik, biri empatik.
Sarsıntı Bittiğinde Sessizlik Başladı
Deprem uzun sürmemişti ama yüreklerde bıraktığı iz, yıllar geçse de kolay silinecek cinsten değildi. İnsan sesi kalmamıştı bir süre, sadece rüzgârın uğultusu ve uzaktan gelen köpek havlamaları vardı.
Elif kucağında kızıyla sokakta beklerken, gözleri dolu doluydu. Sadece evinin değil, iç huzurunun da bir kısmı yıkılmıştı sanki. Murat, çevresine bakındı. Komşular birer birer dışarı çıkıyor, herkes birbirine “İyi misiniz?” diye soruyordu.
O an Murat, içinden geçenleri dile getirdi:
“Bir bina yıkılır, yenisini yaparsın. Ama bir insanın güvenini kaybedersen, o kolay kolay geri dönmez.”
Elif başını kaldırıp baktı ona. “O yüzden,” dedi, “önce birbirimizi sarıp sarmalamalıyız.”
İşte o an, depremle birlikte yerin altı değil, insanların içindeki duvarlar da sarsılmıştı.
Birlikte Ayakta Kalmak
Günün ilerleyen saatlerinde ekipler geldi. Haberlerde “Erzurum Pasinler’de sabah saatlerinde deprem meydana geldi” diyordu spikerin sesi. Oysa orada, soğuk rüzgârın ortasında, o cümlenin ardında bir sürü yürek çarpıyordu.
Murat hemen organize oldu. “Su getirin, battaniyeler getirin,” diye talimatlar veriyor, erkeklerin o çözümcü, hareket odaklı yanını gösteriyordu.
Elif ise yaşlı bir kadının ellerini tutmuş, onu sakinleştiriyordu. “Geçti artık, buradayız,” diyordu. Her kelimesi bir dua, her nefesi bir umut gibiydi.
Köy meydanında bir ateş yakıldı. İnsanlar çevresine toplanıp birbirlerine hikâyeler anlatmaya başladılar. Her anlatı, o sabah yaşanan korkuyu biraz daha uzaklaştırıyordu.
Murat ve Elif yan yana oturdular. Sessizdiler ama birbirlerinin sessizliğini bile anlayacak kadar yakınlardı. Murat, “Sen olmasaydın herkes paniklerdi,” dedi.
Elif gülümsedi, “Sen olmasaydın, kimse toparlanamazdı.”
O an anladılar ki, biri olmadan diğeri tamamlanmıyordu. Erkek aklıyla kadın kalbi, aynı felaketin içinde birbirini tamamlıyordu.
Yıkıntıların Arasında Umut
Ertesi gün sabahın erken saatlerinde, çocuklar enkazın yanındaki kar yığınlarıyla oynuyordu. Hayat, bir şekilde devam ediyordu. Murat, yıkılmış bir evin yanındaki taş duvara oturmuştu. Yanına gelen yaşlı bir adam, “Geçmiş olsun evlat,” dedi. “Toprak bazen sarsılır, ama bizi ayakta tutan birbirimize olan güvenimizdir.”
Elif uzaktan onlara baktı, gözleri doldu. “Ne garip,” diye düşündü. “Toprak bizi korkuttu ama aynı zamanda birbirimize kenetledi.”
Depremler, sadece yerin değil, insanın içinin de kırıldığı anlar aslında. Ama o kırıkların arasından çıkan sevgi, dayanışma ve umut… İşte onlar, hayatta kalmanın gerçek sebebi.
Forumdaşlara Bir Not
Sevgili dostlar,
Bu hikâyeyi yazarken gözümde o sabahın gri sisleri canlandı. Pasinler’de yaşanan o deprem, sadece binaları değil, içimizdeki korkuları da ortaya çıkardı. Ama aynı zamanda, insanın insana ne kadar lazım olduğunu hatırlattı.
Belki aramızda orada yaşayanlar vardır, belki benzer bir korkuyu başka bir yerde yaşayanlar... Yine de hepimizin bildiği bir şey var: İnsan, yalnız değilse güçlüdür.
Kimi soğukkanlı olur, plan yapar, çözüm bulur.
Kimi ise ağlar, sarılır, teselli eder.
Ama ikisi bir araya gelince, umut yeniden filizlenir.
Siz hiç böyle bir anda, hem korkuyu hem sevgiyi aynı anda yaşadınız mı?
Ya da bir felaketin ortasında, hiç tanımadığınız biriyle kalbinizin aynı ritimde attığını hissettiniz mi?
Yorumlarınızı bekliyorum dostlar.
Belki bu satırlarda hepimizin sesi buluşur;
biraz korku, biraz umut, biraz da insanlıkla...
Selam dostlar,
Bugün ellerim titreyerek bir hikâye yazmak istiyorum size. Sıradan bir günün sabahında, bir anda altımızdaki toprak sarsıldığında nelerin değiştiğini anlatan bir hikâye bu. Belki de hepimizin içinde bir yerlerde saklı duran o kırılganlıkla, yeniden ayağa kalkma gücüyle ilgili… Belki siz de okurken kendinizden bir parça bulacaksınız.
Sabahın Sessizliğini Bölen Ses
Pasinler’in soğuk sabahlarından biriydi. Hava puslu, dağların üzeri ince bir sisle örtülüydü. Evlerin bacalarından tüten duman, gri gökyüzünde eriyip kayboluyordu. Elif, küçük kızını okula hazırlarken eşi Murat ahşap kapının önünde çayını içiyor, gökyüzüne bakarak havanın kar kokup kokmadığını anlamaya çalışıyordu.
O an... Her şey bir anda oldu.
Bir uğultu, sanki yerin derinliklerinden gelen bir inilti... Evin duvarları hafifçe titredi. Elif kızını kollarına aldı, Murat’ın yüzüne baktı. O bakışta hem korku hem güven vardı.
Murat hemen kapıya koştu. “Dışarı çıkın!” diye bağırdı. O an erkeklerin o meşhur çözüm odaklı refleksiyle hareket ediyordu. Panik yoktu yüzünde, ama gözlerinin içindeki kararlılık, yüreğindeki fırtınayı gizleyemiyordu.
Elif ise sarsıntının ortasında bile etrafındaki komşuların çocuklarını düşündü. “Zehra teyze yalnız, ona bakmamız lazım,” dedi, sesi titreyerek. Oysa Murat, “Önce siz, sonra herkes,” diyordu. İki farklı yaklaşım, aynı sevdanın içinde: biri stratejik, biri empatik.
Sarsıntı Bittiğinde Sessizlik Başladı
Deprem uzun sürmemişti ama yüreklerde bıraktığı iz, yıllar geçse de kolay silinecek cinsten değildi. İnsan sesi kalmamıştı bir süre, sadece rüzgârın uğultusu ve uzaktan gelen köpek havlamaları vardı.
Elif kucağında kızıyla sokakta beklerken, gözleri dolu doluydu. Sadece evinin değil, iç huzurunun da bir kısmı yıkılmıştı sanki. Murat, çevresine bakındı. Komşular birer birer dışarı çıkıyor, herkes birbirine “İyi misiniz?” diye soruyordu.
O an Murat, içinden geçenleri dile getirdi:
“Bir bina yıkılır, yenisini yaparsın. Ama bir insanın güvenini kaybedersen, o kolay kolay geri dönmez.”
Elif başını kaldırıp baktı ona. “O yüzden,” dedi, “önce birbirimizi sarıp sarmalamalıyız.”
İşte o an, depremle birlikte yerin altı değil, insanların içindeki duvarlar da sarsılmıştı.
Birlikte Ayakta Kalmak
Günün ilerleyen saatlerinde ekipler geldi. Haberlerde “Erzurum Pasinler’de sabah saatlerinde deprem meydana geldi” diyordu spikerin sesi. Oysa orada, soğuk rüzgârın ortasında, o cümlenin ardında bir sürü yürek çarpıyordu.
Murat hemen organize oldu. “Su getirin, battaniyeler getirin,” diye talimatlar veriyor, erkeklerin o çözümcü, hareket odaklı yanını gösteriyordu.
Elif ise yaşlı bir kadının ellerini tutmuş, onu sakinleştiriyordu. “Geçti artık, buradayız,” diyordu. Her kelimesi bir dua, her nefesi bir umut gibiydi.
Köy meydanında bir ateş yakıldı. İnsanlar çevresine toplanıp birbirlerine hikâyeler anlatmaya başladılar. Her anlatı, o sabah yaşanan korkuyu biraz daha uzaklaştırıyordu.
Murat ve Elif yan yana oturdular. Sessizdiler ama birbirlerinin sessizliğini bile anlayacak kadar yakınlardı. Murat, “Sen olmasaydın herkes paniklerdi,” dedi.
Elif gülümsedi, “Sen olmasaydın, kimse toparlanamazdı.”
O an anladılar ki, biri olmadan diğeri tamamlanmıyordu. Erkek aklıyla kadın kalbi, aynı felaketin içinde birbirini tamamlıyordu.
Yıkıntıların Arasında Umut
Ertesi gün sabahın erken saatlerinde, çocuklar enkazın yanındaki kar yığınlarıyla oynuyordu. Hayat, bir şekilde devam ediyordu. Murat, yıkılmış bir evin yanındaki taş duvara oturmuştu. Yanına gelen yaşlı bir adam, “Geçmiş olsun evlat,” dedi. “Toprak bazen sarsılır, ama bizi ayakta tutan birbirimize olan güvenimizdir.”
Elif uzaktan onlara baktı, gözleri doldu. “Ne garip,” diye düşündü. “Toprak bizi korkuttu ama aynı zamanda birbirimize kenetledi.”
Depremler, sadece yerin değil, insanın içinin de kırıldığı anlar aslında. Ama o kırıkların arasından çıkan sevgi, dayanışma ve umut… İşte onlar, hayatta kalmanın gerçek sebebi.
Forumdaşlara Bir Not
Sevgili dostlar,
Bu hikâyeyi yazarken gözümde o sabahın gri sisleri canlandı. Pasinler’de yaşanan o deprem, sadece binaları değil, içimizdeki korkuları da ortaya çıkardı. Ama aynı zamanda, insanın insana ne kadar lazım olduğunu hatırlattı.
Belki aramızda orada yaşayanlar vardır, belki benzer bir korkuyu başka bir yerde yaşayanlar... Yine de hepimizin bildiği bir şey var: İnsan, yalnız değilse güçlüdür.
Kimi soğukkanlı olur, plan yapar, çözüm bulur.
Kimi ise ağlar, sarılır, teselli eder.
Ama ikisi bir araya gelince, umut yeniden filizlenir.
Siz hiç böyle bir anda, hem korkuyu hem sevgiyi aynı anda yaşadınız mı?
Ya da bir felaketin ortasında, hiç tanımadığınız biriyle kalbinizin aynı ritimde attığını hissettiniz mi?
Yorumlarınızı bekliyorum dostlar.
Belki bu satırlarda hepimizin sesi buluşur;
biraz korku, biraz umut, biraz da insanlıkla...