Suya doymuş ne anlama gelir ?

Erdemitlee

Global Mod
Global Mod
Suya Doymuş Olmak: Toplumsal Cinsiyet, Irk ve Sınıfın Gölgesinde Bir Kavram

Bir gölün kenarında yürüdüğünüzü hayal edin. Yeryüzü artık suyu içine alamayacak kadar doymuş, her damla yeni bir taşkına dönüşüyor. “Suya doymuş” — kulağa yalnızca bilimsel bir terim gibi geliyor olabilir, ama aslında içinde derin bir metafor taşır: Tıpkı doğa gibi, toplum da bir noktada taşıyamayacağı kadar eşitsizlik, baskı ve sessizliği içine çektiğinde taşar. Bu yazıda, “suya doymuş” olmanın sosyal yapılarla — özellikle toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf bağlamında — nasıl bir yankı bulduğunu tartışacağız.

---

Toplumsal Yapılar ve “Doygunluk Noktası”

Toplum, tıpkı bir toprak parçası gibi, sürekli olarak farklı etkilerle beslenir ya da baskılanır. Fakat bu etkiler eşit dağılmaz. Patriyarka, ırkçılık ve sınıf hiyerarşileri; bazı insanların daha fazla yük taşımasına neden olurken, bazılarını suyun üstünde tutar. Bu anlamda “suya doymuş toprak”, adaletsizliklerle doymuş bir toplumun metaforu gibidir.

Birleşmiş Milletler’in 2023 Cinsiyet Eşitliği Raporu’na göre dünya genelinde kadınlar hâlâ erkeklere oranla ortalama %23 daha az gelir elde ediyor. Bu ekonomik fark, yalnızca işgücü piyasasındaki eşitsizlikten değil, aynı zamanda ev içi bakım emeğinin görünmezliğinden kaynaklanıyor. Yani toplumun “suya doyma” noktası, yalnızca bireysel değil, yapısal bir meseledir.

---

Kadın Deneyimi: Empatiyle Değil, Gerçeklikle Bakmak

Birçok kadın için “suya doymuş olmak”, artık dayanma kapasitesinin sınırına ulaşmak demek. Bu, yalnızca yorgunluk ya da stres değil; sistematik baskıların, beklentilerin ve yargıların birleşimidir. Kadınlar, çoğu zaman duygusal dayanıklılıkları üzerinden tanımlanır. Ancak bu “güç” söylemi, bir tür sessizlik zırhına dönüşebilir. “Güçlü kadın” ifadesi, aslında çoğu zaman “acı çekse de konuşmayan” anlamına gelir.

Örneğin, beyaz yakalı bir kadın iş yerinde cinsiyetçi söylemlere maruz kaldığında bunu dile getirdiğinde “duygusal” olmakla suçlanabilir. Aynı durumda, düşük gelirli bir kadın ise işini kaybetme korkusuyla sessiz kalır. Her iki durumda da sistem, bireyi “doygunluk noktasına” iter. Farklı sınıf ve kültürel konumlar, bu baskının biçimini değiştirir ama özünü değil.

---

Irk ve Kimlik: Görünmeyen Ağırlıklar

Irk, toplumsal cinsiyetle kesiştiğinde “suya doymuşluk” bambaşka bir anlam kazanır. Siyahi kadınların, göçmenlerin ya da azınlık kimliklere sahip bireylerin deneyimleri, toplumsal doygunluğun en görünür örneklerindendir. Kimberlé Crenshaw’ın “kesişimsellik” kavramı burada kilit bir rol oynar: Bir bireyin karşılaştığı baskılar, yalnızca tek bir kimliğine bağlı değildir. Kadın, siyahi ve işçi sınıfı bir birey; her bir kimliğinden kaynaklanan farklı katmanlı adaletsizliklerle mücadele eder.

Örneğin, ABD’de yapılan bir araştırma, aynı pozisyon için başvuran siyahi kadınların, beyaz kadınlara göre %35 daha az geri dönüş aldığını gösteriyor. Irk ve toplumsal cinsiyet birleştiğinde, toprak artık “doymuş” değil, çamura dönüşüyor; hareket etmek bile zorlaşıyor.

---

Erkeklik: Baskının Taşıyıcısı mı, Çözümün Parçası mı?

Toplumsal normlar yalnızca kadınları değil, erkekleri de şekillendirir. Erkeklerin “güçlü, mantıklı, duygusuz” olmaları gerektiği düşüncesi, onların da duygusal alanlarını daraltır. Bu, farkında olunmadan empati eksikliğine, hatta şiddet sarmalına yol açabilir. Ancak günümüzde birçok erkek, bu kalıpları sorgulamaya ve çözümün parçası olmaya başladı.

Örneğin, İskandinav ülkelerinde erkeklerin doğum izni kullanma oranlarının artması, hem toplumsal cinsiyet rollerinin esnemesine hem de aile içi eşitliğin güçlenmesine katkı sağladı. Erkeklerin bu tür dönüşümlere dahil olması, “doygunluk noktası”nın aşılabileceğini gösteriyor. Çünkü gerçek değişim, yükün yeniden dağıtılmasıyla mümkün.

---

Sınıf: Doygunluğun Görünmeyen Katmanı

Sınıf farklılıkları, toplumsal doygunluğun en sessiz ama en belirleyici unsurlarındandır. Yoksulluk, yalnızca ekonomik bir durum değil; fırsat eşitsizliğinin, eğitim yoksunluğunun ve sosyal dışlanmanın bir bileşimidir. İşçi sınıfından bir kadının “suya doymuşluğu”, çoğu zaman işten eve, evden işe süren bir kısır döngüde gizlidir. Üst sınıftan bir kadınsa, başka bir biçimde — görünür ama yalnız — bir baskının içindedir.

Her iki durumda da “doyma” hali, sistemin değişmezliğiyle ilgilidir. Yani su, yalnızca birikmez; yön bulamadığı için taşar. Bu taşkınlar, bazen protestolarda, bazen sessiz bireysel isyanlarda karşımıza çıkar.

---

Toplumsal Eşitlik İçin Yeni Bir Denge Arayışı

Toplumun “suya doymuş” noktadan çıkabilmesi için, yalnızca reformlara değil, kültürel bir farkındalık değişimine ihtiyaç var. Feminist düşünür bell hooks’un dediği gibi: “Aşk, adaletsizliğe karşı en radikal eylemdir.” Bu, romantik değil, etik bir çağrıdır. Kadınlar empatiyle, erkekler çözümle, tüm bireyler adaletle yaklaşmadıkça; su hep birikmeye devam edecek.

Daha adil bir dünya için şu sorular üzerine düşünmeye ne dersiniz?

- Eşitlik kavramını gerçekten ne kadar içselleştirdik?

- Günlük yaşamda sessizce sürdürdüğümüz hangi alışkanlıklar bu “doygunluğu” besliyor?

- Empatiyi bir lütuf değil, bir sorumluluk olarak görmeyi başarabilir miyiz?

---

Sonuç: Taşmadan Önce Toprağı Dinlemek

“Suya doymuş” olmak, yalnızca bir fiziksel sınırı değil, toplumsal bir tıkanmayı da anlatır. Eğer toplumun belirli kesimleri sürekli olarak baskı, yoksunluk ve görünmezlik altında kalıyorsa; bu yalnızca bireysel bir dram değil, yapısal bir taşkındır. O yüzden çözüm, toprağı kurutmakta değil; suyun adil biçimde akmasını sağlamaktadır.

Kimi zaman sessizliğin içinde biriken bu suyu fark etmek, konuşmaktan, paylaşmaktan ve sistemleri yeniden inşa etmekten geçer. Çünkü bir toplumun gerçek sağlığı, suya ne kadar doyduğu değil; adaleti ne kadar paylaştığıyla ölçülür.

---

Kaynaklar:

- Birleşmiş Milletler Cinsiyet Eşitliği Raporu, 2023

- Kimberlé Crenshaw, Mapping the Margins: Intersectionality, Identity Politics, and Violence against Women of Color, 1991

- bell hooks, All About Love: New Visions, 2000

- World Economic Forum, Global Gender Gap Report, 2024
 
Üst