[color=]Ülke Sınırlarını Kim Belirler? Güç, Tarih ve İnsan Hikâyeleri Arasında Bir Gerçeklik Arayışı
Bu soruya ilk duyduğumda aklıma hep çocuklukta coğrafya dersinde baktığım haritalar gelir: renklerle ayrılmış ülkeler, düz çizgilerle çizilmiş sınırlar... Ama büyüdükçe fark ettim ki, o çizgiler hiç de düz değil. Her birinin ardında savaşlar, antlaşmalar, çıkar çatışmaları, hatta insan hikâyeleri var. “Ülke sınırlarını kim belirler?” sorusu aslında “Dünyayı kim yönetiyor?” sorusunun daha sade halidir. Bu yazıda, tarihî, siyasi ve insani açıdan sınırların nasıl çizildiğini verilerle, örneklerle ve biraz da içsel sorgulamayla ele alacağım.
---
[color=]1. Sınır Nedir? Coğrafi Bir Çizgi mi, Siyasi Bir Karar mı?
Sınır kelimesi basit görünür: Bir ülkenin bittiği, diğerinin başladığı yer. Fakat Uluslararası Adalet Divanı’nın (ICJ) tanımına göre sınır, “devletlerin egemenlik alanlarını belirleyen hukuki bir çizgidir.” Yani sınırlar sadece coğrafi değil, politik ve hukuki bir inşadır.
Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre, dünyada bugün 195 bağımsız ülke ve bunları ayıran yaklaşık 301 uluslararası kara sınırı vardır. Ancak bu sınırların sadece %60’ı karşılıklı anlaşmalarla çizilmiştir; geri kalan %40’ı, savaşlar veya dış müdahaleler sonucu ortaya çıkmıştır (Kaynak: United Nations Geospatial Information Section, 2023).
Yani, sınırlar “doğal” değil, çoğu zaman dayatılmıştır. Bu da bizi asıl soruya getiriyor: Bu kararları kim, hangi hakla veriyor?
---
[color=]2. Tarihsel Arka Plan: Sınırların Kalemi, Kimin Elindeydi?
Bugün Afrika, Orta Doğu ve Balkanlar’daki birçok sınır, Avrupa’nın sömürge döneminde masa başında çizilmiştir. 1884-1885 Berlin Konferansı’nda Afrika haritası Avrupalı güçler arasında paylaştırılmış, kabileler, etnik gruplar ve diller dikkate alınmamıştır.
Örneğin:
- Afrika kıtasında 54 ülke vardır, ancak yapılan araştırmalara göre bu ülkelerin %80’inin sınırları yerel toplulukların tarihsel yapılarıyla uyuşmamaktadır (Kaynak: Harvard International Review, 2020).
- Orta Doğu’da 1916 tarihli Sykes-Picot Anlaşması, Osmanlı topraklarını Fransa ve İngiltere arasında böldü. Bugün Suriye-Irak sınırının hâlâ bu anlaşmadan izler taşıması, “sınırların” geçmişle ne kadar bağlı olduğunu gösterir.
Bu örnekler, sınırların çoğunlukla kazananlar tarafından çizildiğini kanıtlar. Savaş bittiğinde, masaya oturan güçlü taraf sınırı çizer; zayıf tarafsa bu çizgiye katlanır.
Ancak tarihin bu tek taraflı anlatısına rağmen, son yıllarda toplumsal hareketler ve yerel halkların direnişleri bu anlayışı sorgulamaya başlamıştır.
---
[color=]3. Gücün Sınırı: Askerî ve Ekonomik Etkiler
Günümüzde sınırların belirlenmesinde sadece siyaset değil, ekonomi ve güvenlik stratejileri de etkili. Örneğin, enerji hatları, ticaret yolları ve su kaynakları sınır tartışmalarında belirleyici oluyor.
Dünya Bankası’nın 2023 verilerine göre, uluslararası ticaretin %90’ı deniz yolları üzerinden gerçekleşiyor. Bu nedenle deniz sınırları artık kara sınırlarından daha stratejik hale geldi. Güney Çin Denizi’nde yaşanan Çin-Vietnam-Filipinler anlaşmazlıkları bunun açık örneği.
Türkiye’nin de içinde bulunduğu Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanı tartışmaları, 21. yüzyılın yeni sınır diplomasisini tanımlıyor. Artık savaşlarla değil, haritalar, sismik veriler ve enerji hatlarıyla sınırlar belirleniyor.
Bu süreçte erkeklerin stratejik ve sonuç odaklı tutumu genellikle “güvenlik” ve “kaynak kontrolü” ekseninde şekilleniyor. Kadın araştırmacıların bakış açısı ise çoğunlukla sınırların insanî etkileri, göç, aidiyet ve barış süreçleri üzerine yoğunlaşıyor. Bu iki yaklaşımın birleşmesi, geleceğin daha sürdürülebilir sınır politikalarını doğurabilir.
---
[color=]4. Sınırların İnsan Yüzü: Göç ve Aidiyet
Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği (UNHCR) 2024 verilerine göre, dünya genelinde yerinden edilmiş insan sayısı 120 milyonu aşmış durumda. Bu, tarihin en yüksek rakamı.
Bu insanların büyük kısmı, sınırların politik anlaşmazlıkları yüzünden “arada kalanlar.”
Örneğin, Filistin-İsrail sınırı sadece bir çizgi değil; 75 yıldır milyonlarca insanın yaşamını etkileyen bir travma hattı. Aynı şekilde Ukrayna-Rusya savaşı, sınırların artık sadece toprak değil, kimlik üzerinden yeniden tanımlandığını gösteriyor.
Sınırlar, devletler için güvenliktir ama insanlar için çoğu zaman kayıp anlamına gelir: ev, aile, kimlik, umut... Bu nedenle matematiksel olarak net görünen sınırlar, insani açıdan bulanıktır.
Kadınların sınır konusundaki duygusal ve toplumsal yaklaşımı bu noktada önem kazanıyor. Çünkü savaşlardan en çok etkilenen gruplar arasında kadınlar ve çocuklar yer alıyor. Erkeklerin çözüm odaklı stratejileri olmadan barış sağlanamaz; ama empati olmadan da sürdürülemez.
---
[color=]5. Geleceğe Dair Eğilimler: Dijital Sınırlar mı Geliyor?
21. yüzyılın ikinci yarısına girerken “ülke sınırları” kavramı dijitalleşmeyle yeniden tanımlanıyor. Siber güvenlik, veri egemenliği ve yapay zekâ kontrolü artık yeni sınır alanları.
Örneğin:
- Avrupa Birliği’nin GDPR (Veri Koruma Yasası) dijital verileri “Avrupa vatandaşlığının” bir parçası olarak görüyor.
- Çin’in Büyük Güvenlik Duvarı (Great Firewall) politikası, sanal sınırların fiziksel sınır kadar güçlü olabileceğini kanıtladı.
McKinsey’in 2024 raporuna göre, 2035’e kadar dijital sınır güvenliği sektörünün küresel büyüklüğünün 1,8 trilyon dolara ulaşması bekleniyor.
Yani gelecekte “ülke sınırlarını kim belirler?” sorusu, belki de “veri sınırlarını kim korur?” sorusuna evrilecek.
Bu durum yeni bir etik sorumluluk getiriyor: Sınırlar dijitalleşirken, insanın değeri nasıl korunacak?
---
[color=]6. Sınırların Kaldırıldığı Bir Gelecek Mümkün mü?
Küreselleşme ile sınırların kalkacağı iddiası 2000’lerde popülerdi. Ancak pandemi, göç krizleri ve jeopolitik gerilimler bu fikri zayıflattı. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2024 Geopolitical Futures raporuna göre, 2040 yılına kadar 22 yeni sınır hattı oluşması bekleniyor. Yani sınırlar azalmıyor; değişiyor.
Ancak teknolojik entegrasyon ve bölgesel iş birlikleri, “esnek sınırlar” modelini gündeme getirebilir. Avrupa Birliği, Afrika Birliği ve ASEAN gibi örgütler, sınırları kaldırmadan iş birliğini artıran örnekler sunuyor.
Bu dönüşümde stratejik akıl (güvenlik ve ekonomi) ile duygusal zekâ (insan merkezli diplomasi) birleştiğinde yeni bir anlayış doğabilir: Sınırları çizmek yerine, sınırları anlamak.
---
[color=]7. Tartışmaya Açık Sorular
- Sınırların belirlenmesinde “hakkaniyet” ölçüsü olabilir mi, yoksa güç her zaman belirleyici mi kalacak?
- Dijital çağda veri sınırları, fiziksel sınırların yerini mi alacak?
- İnsan odaklı diplomasi, sınır çatışmalarının çözümünde gerçek bir alternatif olabilir mi?
---
[color=]Sonuç: Sınırlar Haritada Değil, Zihnimizde Başlar
Ülke sınırlarını tarihte generaller, diplomatlar ve büyük devletler belirledi. Fakat gelecekte bu sınırları şekillendirecek olanlar teknologlar, sosyologlar ve sıradan insanlar olacak.
Çünkü bir sınırın gerçek gücü çizgisinde değil, insanların o çizgiye yüklediği anlamda yatar.
Belki de artık şu soruyu sormanın zamanı geldi:
Sınırları kim belirler değil, sınırları kim kaldırabilir?
Ve belki de bu cevap, insanlığın ortak vicdanında gizlidir.
Bu soruya ilk duyduğumda aklıma hep çocuklukta coğrafya dersinde baktığım haritalar gelir: renklerle ayrılmış ülkeler, düz çizgilerle çizilmiş sınırlar... Ama büyüdükçe fark ettim ki, o çizgiler hiç de düz değil. Her birinin ardında savaşlar, antlaşmalar, çıkar çatışmaları, hatta insan hikâyeleri var. “Ülke sınırlarını kim belirler?” sorusu aslında “Dünyayı kim yönetiyor?” sorusunun daha sade halidir. Bu yazıda, tarihî, siyasi ve insani açıdan sınırların nasıl çizildiğini verilerle, örneklerle ve biraz da içsel sorgulamayla ele alacağım.
---
[color=]1. Sınır Nedir? Coğrafi Bir Çizgi mi, Siyasi Bir Karar mı?
Sınır kelimesi basit görünür: Bir ülkenin bittiği, diğerinin başladığı yer. Fakat Uluslararası Adalet Divanı’nın (ICJ) tanımına göre sınır, “devletlerin egemenlik alanlarını belirleyen hukuki bir çizgidir.” Yani sınırlar sadece coğrafi değil, politik ve hukuki bir inşadır.
Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre, dünyada bugün 195 bağımsız ülke ve bunları ayıran yaklaşık 301 uluslararası kara sınırı vardır. Ancak bu sınırların sadece %60’ı karşılıklı anlaşmalarla çizilmiştir; geri kalan %40’ı, savaşlar veya dış müdahaleler sonucu ortaya çıkmıştır (Kaynak: United Nations Geospatial Information Section, 2023).
Yani, sınırlar “doğal” değil, çoğu zaman dayatılmıştır. Bu da bizi asıl soruya getiriyor: Bu kararları kim, hangi hakla veriyor?
---
[color=]2. Tarihsel Arka Plan: Sınırların Kalemi, Kimin Elindeydi?
Bugün Afrika, Orta Doğu ve Balkanlar’daki birçok sınır, Avrupa’nın sömürge döneminde masa başında çizilmiştir. 1884-1885 Berlin Konferansı’nda Afrika haritası Avrupalı güçler arasında paylaştırılmış, kabileler, etnik gruplar ve diller dikkate alınmamıştır.
Örneğin:
- Afrika kıtasında 54 ülke vardır, ancak yapılan araştırmalara göre bu ülkelerin %80’inin sınırları yerel toplulukların tarihsel yapılarıyla uyuşmamaktadır (Kaynak: Harvard International Review, 2020).
- Orta Doğu’da 1916 tarihli Sykes-Picot Anlaşması, Osmanlı topraklarını Fransa ve İngiltere arasında böldü. Bugün Suriye-Irak sınırının hâlâ bu anlaşmadan izler taşıması, “sınırların” geçmişle ne kadar bağlı olduğunu gösterir.
Bu örnekler, sınırların çoğunlukla kazananlar tarafından çizildiğini kanıtlar. Savaş bittiğinde, masaya oturan güçlü taraf sınırı çizer; zayıf tarafsa bu çizgiye katlanır.
Ancak tarihin bu tek taraflı anlatısına rağmen, son yıllarda toplumsal hareketler ve yerel halkların direnişleri bu anlayışı sorgulamaya başlamıştır.
---
[color=]3. Gücün Sınırı: Askerî ve Ekonomik Etkiler
Günümüzde sınırların belirlenmesinde sadece siyaset değil, ekonomi ve güvenlik stratejileri de etkili. Örneğin, enerji hatları, ticaret yolları ve su kaynakları sınır tartışmalarında belirleyici oluyor.
Dünya Bankası’nın 2023 verilerine göre, uluslararası ticaretin %90’ı deniz yolları üzerinden gerçekleşiyor. Bu nedenle deniz sınırları artık kara sınırlarından daha stratejik hale geldi. Güney Çin Denizi’nde yaşanan Çin-Vietnam-Filipinler anlaşmazlıkları bunun açık örneği.
Türkiye’nin de içinde bulunduğu Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanı tartışmaları, 21. yüzyılın yeni sınır diplomasisini tanımlıyor. Artık savaşlarla değil, haritalar, sismik veriler ve enerji hatlarıyla sınırlar belirleniyor.
Bu süreçte erkeklerin stratejik ve sonuç odaklı tutumu genellikle “güvenlik” ve “kaynak kontrolü” ekseninde şekilleniyor. Kadın araştırmacıların bakış açısı ise çoğunlukla sınırların insanî etkileri, göç, aidiyet ve barış süreçleri üzerine yoğunlaşıyor. Bu iki yaklaşımın birleşmesi, geleceğin daha sürdürülebilir sınır politikalarını doğurabilir.
---
[color=]4. Sınırların İnsan Yüzü: Göç ve Aidiyet
Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği (UNHCR) 2024 verilerine göre, dünya genelinde yerinden edilmiş insan sayısı 120 milyonu aşmış durumda. Bu, tarihin en yüksek rakamı.
Bu insanların büyük kısmı, sınırların politik anlaşmazlıkları yüzünden “arada kalanlar.”
Örneğin, Filistin-İsrail sınırı sadece bir çizgi değil; 75 yıldır milyonlarca insanın yaşamını etkileyen bir travma hattı. Aynı şekilde Ukrayna-Rusya savaşı, sınırların artık sadece toprak değil, kimlik üzerinden yeniden tanımlandığını gösteriyor.
Sınırlar, devletler için güvenliktir ama insanlar için çoğu zaman kayıp anlamına gelir: ev, aile, kimlik, umut... Bu nedenle matematiksel olarak net görünen sınırlar, insani açıdan bulanıktır.
Kadınların sınır konusundaki duygusal ve toplumsal yaklaşımı bu noktada önem kazanıyor. Çünkü savaşlardan en çok etkilenen gruplar arasında kadınlar ve çocuklar yer alıyor. Erkeklerin çözüm odaklı stratejileri olmadan barış sağlanamaz; ama empati olmadan da sürdürülemez.
---
[color=]5. Geleceğe Dair Eğilimler: Dijital Sınırlar mı Geliyor?
21. yüzyılın ikinci yarısına girerken “ülke sınırları” kavramı dijitalleşmeyle yeniden tanımlanıyor. Siber güvenlik, veri egemenliği ve yapay zekâ kontrolü artık yeni sınır alanları.
Örneğin:
- Avrupa Birliği’nin GDPR (Veri Koruma Yasası) dijital verileri “Avrupa vatandaşlığının” bir parçası olarak görüyor.
- Çin’in Büyük Güvenlik Duvarı (Great Firewall) politikası, sanal sınırların fiziksel sınır kadar güçlü olabileceğini kanıtladı.
McKinsey’in 2024 raporuna göre, 2035’e kadar dijital sınır güvenliği sektörünün küresel büyüklüğünün 1,8 trilyon dolara ulaşması bekleniyor.
Yani gelecekte “ülke sınırlarını kim belirler?” sorusu, belki de “veri sınırlarını kim korur?” sorusuna evrilecek.
Bu durum yeni bir etik sorumluluk getiriyor: Sınırlar dijitalleşirken, insanın değeri nasıl korunacak?
---
[color=]6. Sınırların Kaldırıldığı Bir Gelecek Mümkün mü?
Küreselleşme ile sınırların kalkacağı iddiası 2000’lerde popülerdi. Ancak pandemi, göç krizleri ve jeopolitik gerilimler bu fikri zayıflattı. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2024 Geopolitical Futures raporuna göre, 2040 yılına kadar 22 yeni sınır hattı oluşması bekleniyor. Yani sınırlar azalmıyor; değişiyor.
Ancak teknolojik entegrasyon ve bölgesel iş birlikleri, “esnek sınırlar” modelini gündeme getirebilir. Avrupa Birliği, Afrika Birliği ve ASEAN gibi örgütler, sınırları kaldırmadan iş birliğini artıran örnekler sunuyor.
Bu dönüşümde stratejik akıl (güvenlik ve ekonomi) ile duygusal zekâ (insan merkezli diplomasi) birleştiğinde yeni bir anlayış doğabilir: Sınırları çizmek yerine, sınırları anlamak.
---
[color=]7. Tartışmaya Açık Sorular
- Sınırların belirlenmesinde “hakkaniyet” ölçüsü olabilir mi, yoksa güç her zaman belirleyici mi kalacak?
- Dijital çağda veri sınırları, fiziksel sınırların yerini mi alacak?
- İnsan odaklı diplomasi, sınır çatışmalarının çözümünde gerçek bir alternatif olabilir mi?
---
[color=]Sonuç: Sınırlar Haritada Değil, Zihnimizde Başlar
Ülke sınırlarını tarihte generaller, diplomatlar ve büyük devletler belirledi. Fakat gelecekte bu sınırları şekillendirecek olanlar teknologlar, sosyologlar ve sıradan insanlar olacak.
Çünkü bir sınırın gerçek gücü çizgisinde değil, insanların o çizgiye yüklediği anlamda yatar.
Belki de artık şu soruyu sormanın zamanı geldi:
Sınırları kim belirler değil, sınırları kim kaldırabilir?
Ve belki de bu cevap, insanlığın ortak vicdanında gizlidir.